6 Mayıs 2018 Pazar

İçimde Direnişten Dağlar Var Benim

Hayat iki çocuğun kavgasına benzer bazen..

 Minibüs köşeyi dönüp, kırmızı ışığa yakalandığında , biri diğerinden daha büyük, iki çocuk gördüm. Büyük olan, küçüğün yakasından tutuyor ve kontrollü bir mesafeyle onun da kendi yakasına yapışmasına izin vermiş, olan bitenle eğleniyor. Küçük birden artan kuvvete direnmeye başladığında bu direniş büyük olanın hoşuna gitmediği için derhal mesafeyi daraltıp uyguladığı gücü arttırdı... Bu senaryo nereden tanıdıktı? İnsanlar "ellerinin altındakine" asla direniş ve baş kaldırış izni vermez değil mi? Küçük direndikçe içimde direnen dağlar yankılandı, baktım ve "dağlara yaslan. İçindeki dağlara yaslan" dedim... Yeşil ışık yanıp da yola devam ederken şoförün başının üstünde babası olduğunu düşündüğüm o adamı gördüm. Siyah beyaz fotoğraflar serisi burada da peşimi bırakmamıştı. "İçimizdeki dağlar"... Hayat ne garip... Yola çıkarken bazı ipuçları istersin ya bugünküler öyleydi işte. Aslında olay sınav sabahı yan sırama oturan 60larına doğru hızlı ama gururla yol alan amcayla başlamıştı. "Umut" beden bulmuş kendine... Bana usulca fısıldıyordu " durmayı aklından geçirme olmaz mı? Hayır asla geç değil"...


Minibüse geri dönersek, henüz hareket etmemişti o genç çocuk yanıma gelip bir şeyler sorduğunda. "Gani gani boş yer varken niye yanıma oturmak ister ki" demiştim. Elindeki şekerlemeyi gözüme doğru sokuşturunca anladım oturmak değilmiş amacı sadece ikram etmek istemiş yediğinden. Sınav yorgunuyduk ve muazzam bir öğle vakti zarafetiydi bu.. Gülümseyerek aldım ve yüzüne bakıp "çok teşekkür ederim" dedim. "Çok"u her zamankinden vurgulu ve yer yer olduğundan da samimi söylemiştim. Yüzü hiç değişmedi. Belli belirsiz gülümsedi "rica ederim" dedi.  Arabadaki herkese ikram etti ama bir minibüsçüye beğendiremedi... Arkaya doğru ilerlediği gururlu adımları eşliğinde ben de  kampüsün ne kadar muazzam bir dayanışma yuvası olduğunu düşünüyordum. Bundan tam 7 yıl önce elime geçen o fırsatı kullansaydım ne olur diye düşündüm... Geçmişle aram hep limonidir bir anda gözlerime yaşlar birikti... "7 yıl taş kafa 7 yıl. Saçma sapan şeylere, insanlara" harcadığın tam 7 yılda hiçbir şeyden korkmadın da bunda cesaretin kırıldı! Kendimi herkesten çok hırpalamak bir süre sonra yordu beni. Bu payeyi yeniden tanımadığım insanlara devrettim.



"Bir küçük" şekerleme bir müddet sonra  taş olup, oturdu içime. Bu "küçük" zarafetlerin şu an kampüslerde yaşamasına kırıldığımı farkettim. "Aynı sıkıntıyı" yaşadığımız insanları son kez üniversite sıralarındayken anlıyoruz ve bu defteri de böylece kapatıyoruz... Bence bu defterin son yaprağı mühim. Kim sınadı bizim "anlayışımızı" en son? Niye vahşileştik bu kadar? Ne yaptılar bize sahi?

"Boş işler Dilek geç bunları" dedim. O esnada minibüsteki yüzlerin şeker tadında gülümsemelere gark olduğunu gördüm. "Dişimizin kovuğunda tadı kalan tebessüm"...

Neydi o şekerin adı bilmiyorum. Çocuğun hayata karşı duruşunu ve dahi  minübüstekilerin ideolojilerini de bilmiyorum ama bir şekerin bizi "bir"leştirip aynı tebessümü hepimizin ağzının iki yanına eşit paylaştırması?...

İçimde birden Dünyadan Sesler kanalı açıldı ve ardı ardına en sevdiğim şarkılar çaldı. Bugün ne güzel gündü böyle.

Yarın olacaklar daha da güzeldi bence... Yarını nasıl kıvırırım? Ya da yarın olacakları kıvırabilecek miydim acaba?

 Bu kadar gerildiğim her şey geriye elbise değiştirmiş şekilde kalırdı genelde. "Gerilimlerim" yerini "rahatlamaya" "korkularım" yerini "küçümsemeye" ve beni en çok geren şey olan "hasret" yerini "umursamazlığa" bırakınca anlıyordum ki "her şey yolunda"...

Bazı şeyleri en yakınınla da paylaşamıyordun işte "bu da olsun. Şu da kesinleşsin. Biraz bazı şeyler yer etsin" diyerek atlatıyordun mutlu haberi.

Ne kötü,  insanın aslında teslimiyet duyuyor oluşu... Öğrenilmiş çaresizlikti "bir şeyi çok dillendirirsen olamayacağı"...

Aktarma yapıp otobüse bindiğimde göz yaşlarım akmak üzereydi. Belki yorgunluk, belki sonuna gelmiş olmak belki çeyrek kalanın rahatlığı...

"Eve gidelim mi kaptan. Bugün eve gitmeyi, diğer günlerden daha fazla istiyorum. İstediğim tüm işaretleri aldım. Yaşlı amca "umudu" o genç çocuk "dayanışmayı" getirdi. Şimdi geriye "inanç" kaldı geriye. Yağmur yağarken telefonumu almamanın pişmanlığını bir kez daha yaşıyordum çünkü bunları annem de duymalıydı sıcağı sıcağına... 

Eve geldim, kitabımı elime aldım, "saçlarımı 2 saat sonra düzleştiririm" diyerek kalan 30 sayfayı okudum. Kapatırken hiçbir şey kalmamıştı aklımda... Düzleştiriciyi açarken kenarda yanan kırmızı ışığa sabitlenip sonsuz kere sorduğum bir soruyu yeniden tekrarladı zihnim "yoksa durmak zamanı mıydı? Ben yanlış yapmıyorum değil mi?"Köprüden önceki son çıkışta insan en çok bunu düşünüyor işte "ya durmak zamanıysa?" 



Annem gelip "saat geldi mi? Gelmişler midir?" Dedi. "Gelirler az sonra. Çıkarız" diyebildim sadece...

Günü geceye bağlarken ben ve bu satırları okurken siz "minik siyah elbise ve beyaz incili ayakkabılarım"la birlikte direniyor olacağım ben.

Hayatımın bundan sonraki aşamasında da  yine her zaman "en çok" içimdeki dağlara yaslanacağıma söz vererek...

Bu hikayenin devamı gelecek.

                                                                                                                             07.05.2018


Dünyadan Sesler demişken...

Sevgili İnci gecenin bir körü vakit ayırıp yazımı okuduğu için çok teşekkürler :)